İLİŞKİLER

Neden Aşık Oluyoruz?

Paylaş

İnsanlar ne tür ilişkiler için evrildi? Charles Darwin’in evrim teorisi “güçlü olanın ayakta kalması” üzerine kurulu. Ama bu “güçlü olan” en hızlı, en iyi, en kuvvetli anlamına gelmiyor. Kendi çevresine en iyi adapte olabilen anlamına geliyor. İnsan türü olarak çevresine en iyi adapte olabilen tür isek, öyleyse neden tekil yaşamak yerine aşkın peşinden koşuyoruz?

“Beslemek ve beslenmek doğamızda var.”

Bruce Perry ( Psikiyatrist)

Bağlanmak İçin Doğduk

Tarih boyunca insanlar birilerine bağlanma ihtiyacı hissetmiş. İnsanoğlunun yaratılışındaki yalnız olamama duygusu insanı hep birileriyle birlikte yaşamaya sürüklemiş. Bu insanın doğasına kodlanmış bir durum. İnsanın hayatta kalma becerilerinin en önemlisi ilişkiyi sürdürebilme kabiliyeti. Çünkü yalnızlık çaresizliktir, belirsizliktir ve kaostur. Bazı canlılar ise doğdukları andan itibaren koşmaya başlıyor, ancak insan yavrusu böyle değil, ebeveynlerinin birincil bakımına muhtaç ve çaresiz. Her annenin de dile getirdiği gibi yeni doğmuş bir bebek zahmetli ve yorucu, işte bu yüzden annenin motivasyona ihtiyacı var. Tüm bu zahmetin ödülü ise aşk!

Bağlanma teorisinin kuramcısı olan John Bowlby, “ Bebeklerin gülümsemeleri öyle güçlüdür ki, anneleri büyülenmiş halde bırakırlar.” der. Bir gülümseme ile annesini ödüllendiren bebeğin en çok sevilen ve önemsenen olduğu şüphe götürmez.

Bağlılık Kuramı Nedir?

Psikiyatrist John Bowlby, bağlanma teorisinin kurucusudur. Bağlanmanın doğumda başladığına ve yaşam boyunca muazzam bir etkiye sahip olduğunu savunur.Bağlanma Teorisinin ana teması, bebeklerinin ihtiyaçlarına uygun ve duyarlı annelerin çocuklarında bir güvenlik duygusu oluşturmasıdır. Bebek, bakıcının güvenilir olduğunu bilir ve bu da çocuğun çevreyi keşfetmesi için güvenli bir temel oluşturur.

Memelilerin sadece % 5’i ( insanlar da dahil) tek eşli çift bağları oluştururlar.

Kayıtlara geçen ilk evlilik sözleşmesinin üzerinden 2500 yıl geçti.

İlk insansı atalarımızdan bu yana 2,5 Milyon yıllık insan evriminden geçtik.

İlk insansılardan bu yana, iletişim kurabilmek, aletleri kullanabilmek ve sevgi gibi durumlarla başa çıkabilmek için beyin büyüklüğümüz üçe katlandı.

1940’lı yıllarda yapılan bir çalışma, yetimhanede büyümüş çocukların üçte birden fazlasının, iki yaşından önce öldüklerini ortaya çıkarmıştır. Bu ölüm sebebi açlık değil, çocuk yetiştirmenin en temelini oluşturan öz bakım eksikliğidir. Bebeğin, zihinsel, duygusal, sosyal ve fiziksel gelişimi desteklenmelidir.  

Çocukluktan Romantizme

Çocuğun ilk gelişim evrelerine bakıldığında, ilk bir yaşında kaotik ortamı korkulur olmaktan çıkaran ve anlamlandıran bir bakıcı mevcut. Genellikle anne olan bu bakıcı hayatı kolaylaştırır. Aslında çocuklukta anneyle kurulan bağın sağlıklı olup olmadığına göre yetişkinlikte deneyimlenen ilişki biçimleniyor. Çocukluk yıllarından kalan izler, partnerimizle yaşadığımız romantik ilişkimizde kendisini ortaya koyar. Tüm bu anlatılanların romantik bir aşkla ne ilgisi var peki? Cevabı çok basit. Büyüyebiliriz ancak doğuştan gelen bağlanma ihtiyacımızı asla kaybetmeyiz. Hayatta yalnız olduğumuzu yadsıyarak, hep çevremizde eş-dost, arkadaş ve sevgililer arıyoruz. Bağlantımızı birincil bakıcımızdan yeni bir üsse aktarıyoruz. Bulmayı başarabilirsek tabii. Çoğumuz için bu romantik bir partner oluyor. Aşık olmak, ebeveyn olmakla birlikte yaşamın iki ana modülatörü oluyor. Kelimenin tam anlamıyla beynimizi yeniden şekillendiriyor. Tıpkı anaç bir ebeveynin kendine güvenli bir çocuk yetiştirmesi gibi, sağlıklı, sevgi dolu ve romantik bir ilişki bizi daha mutlu, daha güvenli, kendinden emin ve daha bağımsız yapıyor.

Aşkın Gelişimi

Doğada memelilerin yaklaşık yüzde 5’i tek eşlidir. Geriye kalanlar ise genlerini mümkün olduğu kadar daha fazla yaymanın peşindeler. En yakın akrabalarımız olduğu düşünülen şempanzeler bile, saldırgan, rastgele cinsel ilişkide bulunan ve bir hayli cinsiyetçiler ve çocuk yetiştirme işini dişilere bırakmış durumdalar. Yine de bir fark var, İnsan beyni son iki buçuk milyon yılda üç katına çıktı. Giderek karmaşıklaşan toplumla başa çıkabilmek için, aşkı bulup sürdürebilmek için, ilk mağaralarda yaşayan avcı toplayıcılardan daha akıllı olmak zorunda bıraktı bizleri.

Büyük beyinler büyük kafalar anlamına geliyor. Memeli standartlarına göre bebekler çok erken dünyaya geliyorlar. Örneğin yavru bir zürafa, doğumdan dakikalar sonra yürüyebilirken, bebekler bu konuda oldukça çaresiz. Böyle bir yükü taşımak oldukça zahmetli. Hatta bazı bilim adamları iki elimizin üzerinde yürüyen primatlar iken iki ayağımızın üzerine kalktığımızı iddia ediyor. Böylece kollarımız yiyecek taşıyabilmek için serbest kalmış oldu. Biz sosyal bir türüz. Derin bir aşk bizi bir arada tutuyor, tabii ki derin bir ilişkimiz olmadan da duygusal olarak sağlıklı olabiliriz. 

 

0 Yorum

Yorum Yaz